• Eğitmen: Doç.Dr.Ahu Antmen
  • Yer: EMAA Başkent Sanat Merkezi, Lefkoşa
  • Tarih: 25-26 Eylül 2014

“Sanat Tarihine ve Pratiğine Feminist Yaklaşımlar” semineri, sanatsal üretim biçimlerinin tarihsel bir temelde erkekler ve kadınlar açısından farklı yapılanma süreclerini irdelemek üzere iki günlük bir konferans programı olarak düzenlendi.  Seminerin ilk bölümünde, kültürel olgulara ‘cinsiyetli’ bir bakış açısının tarihsel verilere bakış açımızı dönüştürebileceği düşüncesinden hareketle, ‘sanat tarihi’ disiplini ideolojik bir kurgu olarak ele alındı. Bu bağlamda, cinsiyet ayrımcılığının sanat tarihini nasıl şekillendirdiği, sanatçı kadınların neden ve nasıl yok sayıldığı; ataerkil bir sistem olarak sanat dünyası kapsamında ‘sanat’ ve ‘deha’ kavramlarının eril olarak cinsiyetlendirilme süreçleri; belli sanat türleri/üslupları ve üretim biçimleri arasında hiyerarşilerin ideolojik olarak kurgulanması, nedenleri ve sonuçları, ilk günün konuları arasında yer aldı. Antikiteden Rönesans’a çeşitli kaynaklar içinde kadınların üretimine yer verilirken özellikle 20. Yüzyılın sanat tarihsel kaynaklarında kadınların üretiminin unutulma/unutturulma biçimleri irdelendi; Avrupa’da sanat akademilerinde egemen sistemin kadınları nasıl dışladığı, örnekler üzerinden sorgulandı.  Kızların sanat eğitimine erişebilme olanaklarına başlı başına bir konu olarak dikkat çekilirken, eğitim ortamlarının yanı sıra  sanatın izleyiciyle veya alıcıyla buluştuğu ortamların cinsiyet ayrımcı yönleri üzerinde duruldu. Bu çerçevede, Rönesans döneminden günümüze, aralarında Sofonisba Anguissola, Artemisia Gentileschi, Judith Leyster, Berthe Morisot, Hannah Höch ve Louise Bourgeois gibi sanatçıların yer aldığı örnekler üzerinden kadınların hayatlarına ve sanat üretimlerine bakıldı.

Seminerin ilk gününde geleneksel sanat tarihinin yapıbozuma uğratılma sürecini başlatan temel metinler, yol gösterici oldu. Bu çığır açıcı metinler arasında, Linda Nochlin’in 1971 tarihli “Neden Hiç Büyük Kadın Sanatçı Yok?’’ başlıklı makalesinin önemi üzerinde duruldu. Nochlin makalesinde, beyaz, tercihen orta sınıftan ve herşeyden önce erkek olarak doğma şansına erişmemiş herkes için yalnızca sanat alanında değil daha başka yüzlerce alanda engelleyici, baskıcı ve cesaret kırıcı bir düzen olduğunu söyler ve bir zamanlar Virginia Woolf’un Shakespeare bağlamında sorduğu bir soruyu yeniden gündeme getirir:  ‘’Ya Picasso dünyaya kız olarak gelseydi? Senyor Ruiz, küçük Pablita’yla da benzer biçimde ilgilenir, başarma hırsını aynı ölçüde ona da yansıtır mıydı?’’ Feminist sanat tarihi ve eleştirisinin yine temel metinlerinden biri olan, Rozsika Parker-Griselda Pollock imzalı ‘’Old Mistresses: Women, Art and İdeology’’ de seminer kapsamında üzerinde durulan, metodolojik olarak faydalanılan bir kaynak oldu. Sanat tarihinin geçmişin sanatını belli bir değerler sistemine tabi tutarken ürettiği perspektifin sanat türleri/biçimleri üzerinde yarattığı hiyerarşileri irdeleyen bu kaynak temelinde sanat ve zanaat arasındaki değerlendirme ölçütlerinin tarihsel olarak kurgulanışı üzerinde duruldu.

Seminerin teorik çerçevesi, 1980’li yıllarda anonim bir grup kadın sanatçının kurduğu Guerilla Girls/Gerilla Kızlar’ın eylemlerinin eylemlerinin ve yayınlarının ele alınmasıyla pratik bir zemine de taşınmış oldu: Sanatçı kadınların cinsiyet ayrımcılığına karşı nasıl mücadele ettikleri seminerin ikinci gününde ele alınan bir konu olmasına karşın Guerilla Girls’ün önerdiği alternatif sanat tarihi okumaları, feminist bir perspektiften sanat tarihi yapmanın özünde  ideolojik ve politik bir eylem olduğunu gözler önüne serdi.

Seminerin ikinci gününde odak noktası feminist sanat tarihinden feminist sanat pratiğine uzandı. Bu çerçevede kadın sanatçıların cinsiyet ayrımcılığıyla mücadele etme biçimleri üzerinde duruldu: Sanat üretiminde ‘kişisel’ sayılan olguların politizasyonu bağlamında sanatsal pratiğe dönüşümü; bedenin başlı başına bir ifade aracı haline gelmesi ve sanat tarihindeki geleneksel kadın bedeni algısına müdahale edilmesi; anaerkil kültürel yapıların/simgelerin ve kadın tanrıça imgelerinin kullanılması; güzel sanatlar/uygulamalı sanatlar gibi geleneksel ayrımların yıkıma uğratılması; ‘kadınlık’, ‘kadınsılık’ (femininite) ile ilişkilendirilen malzemelerin, nesnelerin, simgelerin radikal biçimlerde kullanımı, tersyüz edilmesi; arkasında uzun bir tarihsel geçmiş/kanon bulunmayan ifade biçimlerinin (ör. fotoğraf, performans, enstalasyon) deneysel biçimlerde kullanılması; geleneksel sanat tarihi ve pratiğinin ilkelerinin ve değerlerinin parodik bir yaklaşımla eleştirilmesi; sanat ve kültür ortamında kadınların temsil edildiği stereotiplerin üzerine gidilmesi, alaya alınması, yapıbozuma uğratılması gibi stratejilerin anlamları, nedenleri, açılımları, örnekleri ele alındı ve tartışıldı. Bu çerçevede Amerikalı sanatçılar Judy Chicago ve Miriam Schapiro’nun 1972 yılında California Institute of Arts’da açtıkları ilk Feminist Sanat Programı ve bu programda eğitim gören kadınların oluşturduğu Womanhouse sergisi ve etkinliği de çeşitli yönleriyle gündeme geldi.

Seminerin ikinci günü, günümüzde cinsiyet temelli akademik yaklaşımların bilhassa Avrupa merkezci feminizmin eleştirisiyle çeşitlendiğine işaret edildi. Kadınların ırk,etnisite, sınıf, cinsel tercih gibi farklı kimliklerinin göz ardı edilemeyeceği söz konusu edilirken, küresel ölçekte ‘kadın’ kimliğinin anlamları ve açılımları ve feminist hareketin içinde merkez-dışı çevrelerden kadınların uğradığı ‘numunecilik’ sorunu gibi konular da gündeme geldi ve tartışıldı. Batı merkezlerinin dışında kalan kadınların sanatsal üretimlerine bakılarak, kendilerini hangi kültürel verilerle, hangi sanatsal nosyonlarla temsil ettiklerine bakıldı; karşılaştırmalar ve değerlendirmeler yapıldı.

İki günlük seminere çoğunluğunu kadınların oluşturduğu, farklı mesleklerden bir dinleyici kitlesi katıldı.

Eğitim Fotoğrafları