• Eğitmen: Canan
  • Yer: EMAA Başkent Sanat Merkezi, Lefkoşa
  • Tarih: 26-27 Şubat 2015

“Türkiye’den Feminist Sanat” semineri CANAN’ın kişisel sanat üretimlerinden yola çıkarak  Türkiye’deki Feminist Harekete ve feminist hareketin sanat üretimlerine nasıl yansıdığını irdelemek üzere iki günlük bir konferans programı olarak düzenlendi.

Seminerin ilk gününde “kişisel olan politiktir” düşüncesinden yola çıkarak CANAN’ın soyadlarından feragat etme süreci anlatıldı. Türk Medeni Kanunun farklı maddelerine göre kadının  doğarken “ana ve baba evli ise ailenin, evli değilse ananın soyadını taşır” hükmü yer alırken evlenirken “evlenen kadın kocasının soyadını taşır” hükümleri yer almaktadır.  “Boşanma halinde ise kadın, evlenme ile kazandığı kişisel durumunu korur; ancak evlenmeden önceki soyadını yeniden alır. Kadının boşandığı kocasının soyadını kullanmakta menfaati bulunduğu ve bunun kocaya bir zarar vermeyeceği ispatlanırsa, istemi üzerine hakim, kocasının soyadını taşımasına izin verir. Koca, koşulların değişmesi halinde bu iznin kaldırılmasını isteyebilir” hükmü yer almaktadır. Bu hükümlerin Anayasa’nın “kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” başlığını taşıyan 17. maddesinde tanımlanan manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkına yönelik bir müdahale oluşturduğu irdelendi.

 

“Emine, Mine”  ve “Hicap” adlı işlerin üzerinden ekonomiden politikaya kadar geniş bir yelpazede kadın bedeninin araçsallaştırılması sorgulandı. Türk batılılaşmasının, Cumhuriyetin kuruluşu ile birlikte hatta daha öncesinde bile her şeyden evvel kadın giyimi üzerinden gelişmesi üzerinde duruldu. Cumhuriyetin kurucusu Atatürk’ün eşi Latife Hanım’ın çarşafından sıyrılıp batılı normlara uygun giyim tarzını benimsemesi, diğer yandan cumhurbaşkanı eşinin türbanlı olup olmamasının siyasi arenada belirleyici etken haline gelmesi, bu tartışmaların ışığında iki tip kadın profili yaratılması sorgulandı.

 

Türkiye’de1980 sonrası yükselen ve örgütlenen feminizmin sanata yansıması 1990’lı yıllara rastlar.  1990’lı yıllara kadar çok az sayıda kadın sanatçı kadın kimliğine vurgu yapan işler üretmiştir. 1990 sonrası pek çok kadın sanatçı toplumsal cinsiyet politikalarına ilişkin bir sorgulama getirmiştir. Bununla beraber 90 lı yıllarda kendini feminist olarak tanımlayan sanatçı sayısı sayılıyken, 2000 ler sonrası bu sayı artmış, 2010 sonrası feminizmi sahiplenen kadın sanatçılar bir araya gelmenin yollarını araştırmışlardır. 2009 yılında yapılan “Haksız Tahrik” sergisi de bu arayışlardan biridir. Haksız Tahrik sergisi, hem profesyonel sanatçıların hem de aktivistlerin bir arada olduğu, politik söylemi olan, güncel feminist hareketi takip eden, feminist hareketten kopuk olmayan ve “kadın sergileri” diye tanımlanan sergilerden kendini ayırıp “feminist” bir sergi olması anlatıldı. Haksız Tahrik ismini, Türk Ceza Kanunu’nun “ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan nedenler” başlığı altında düzenlenen 5237 sayılı “haksız tahrik indirimi” maddesinden alıyor. Bu madde, töre, namus, ırz cinayetlerini besleyen, kadına uygulanan şiddeti adeta imrendiren bir madde olarak varlığını uzun bir süredir devam ettiriyor.  Sergi, ismini, ceza kanunundaki bu maddeden almanın ötesinde, içeriğini pratik yaşamda kadının “tahrik” unsuru olarak ele alınmasına odaklanıp, izleyiciyi bir katılımcı gibi konumlandırarak, onu, kadınlara yapılan her türlü siyasi, kültürel ve toplumsal ayrımcılık üzerinde düşünmeye, bununla savaşmak için mücadele biçimleri üretmeye de çağırdı. Sergiye destek veren katılımcı olan, dolaylı ya da direkt olarak sergi ile bağlantılı birçok kadın grupları da vardı.  Sosyalist Feministler, Amargi, Lambda, Filmmor, Desa Kadın platformundan kadınlar da dolaylı ya da direkt olarak bu etkinliğin içinde yer aldılar.

 

Kadın sergileri ile Feminist sergilerin arasındaki fark irdelendi. Kadın sergileri olarak tanımlanan sergilerin feminist hareketin mücadele biçimini es geçerek asıl hedeflenen sorunun evcilleştirmesiyle yoluna devam etmesi, kadın duyarlılığı, hassaslığı, kadın sorunları üzerinden söylem geliştirerek asıl can alıcı noktayı atlamış olması, kadın sorununu tanımlarken belirli bir kadınlık tanımını referans alıp daha yoksul, daha eğitimsiz, şiddete maruz kalan bir grup olduğu gerçekliğinden hareket ederek diğer kadınları, kendi kurtarılmışlığı üzerinden tanımlaması sorgulandı. Entelektüel, eğitim seviyesi yüksek olan, sanatçı kadınların sanat çevresinde yaşadığı sorunlar saptandı. Türkiye’de büyük kurumlarda kadınların grup sergilerinde yer alması fakat solo sergileri daha az olması, galerilerin sanatçı listelerine baktığımızda kadınların yarıdan azda kalması, müzelerin koleksiyonlarında ve özel koleksiyonlarda kadın sanatçıların daha az olduğu ve daha düşük fiyatlı işlerle girdiği örneklendirildi. Kadın sanatçıların, bir kategori olarak ele alınıp, kadınların  birbirleriyle karşılaştırılması, kadın sanatçıların erkeklerin de bulunduğu kulvara girmeleri ve burada ilerlemeleri yaş almaları ile mümkün olması sorgulandı.

 

Sanat tarihinde üretilmiş olan “odalık” adlı işler gösterilerek, Doğu’ya dair her türlü temsilin her zaman cinsel imgeler, bilinçdışı fanteziler, arzular, korkular ve rüyalarla birlikte örülmüş olması irdelendi. Avrupa’nın kendi kimliği ve iktidarını kurarken dışarısını nasıl ötekileştirdiği “Turkish Delight” adlı iş üzerinden yorumlandı.  Sanatçının diğer işleri üzerinden, din, devlet, toplum ve aile gibi iktidar alanlarının kadın bedenini kontrol altına alması, sanata tarihinde kadın bedeninin temsili, kadın cinayetleri ve intiharı,  kadın hazzı ve güzellik kavramları üzerine değinildi.

 

Seminerin ikinci gününde kişisel hikayelerden yola çıkılarak üretilmiş olan “İbretnüma, Vakvak Ağacı ve Hezeyan” adlı işler gösterildi. Bu işler üzerinden modernleşme ve muhafazakarlaştırma sürecinde toplumsal cinsiyetin inşası, darbeler sürecinde çocuk olmak ve delilik gibi kavramlar tartışıldı.

 

 

Eğitim Fotoğrafları