• Düzenleyen: EMAA
  • Gülsün Karamustafa
  • Yer: Cadı Kazanı Cafe, Arabahmet
  • Tarih: 26 mayıs 2008 

Türkiye çağdaş sanatının önde gelen isimlerinden Gülsün Karamustafa’nın konuk olduğu söyleşide, sanatçının daha çok göç olgusu üzerine odaklanan eserleri gösterildi. Bununla birlikte video çalışmaları; Taksim meydanının belleği üzerine odaklanan ve son dönemlerde gerçekleştirdiği feminist söylemlerle biçimlenen örneklerden oluşuyordu. ( Erkek Ağlamaları, Panterli Kadınlar) 

İstanbul Güzel Sanatlardan 1969 yılında mezun olan sanatçı, ayrıca 68 kuşağı temsilcilerinden. Karamustafa, savunduğu fikirler dolayısıyla hapse mahkûm edilerek 1990’ların başına kadar pasaportsuz Türkiye içinde yaşamaya mahkûm edilen bireylerden biri. Bu yılarda ister istemez baskılarla ilişkili olarak içerilik olgusuyla hesaplaşmış. 1990 sonrası yasaklar kalkıp özgürlüğünü kazanınca eserleriyle birlikte dünyaya açılmaya başlayan sanatçı, farklı ülkelere gidip eserlerini ve düşüncelerini paylaşmayı ısrarla tercih etmiş. Bu yıllardan sonra İstanbul’da yaşamını sürdürse bile dışarılık durumu peşini hiç bırakmamış. Belki de bu nedenle içeriden çok dışarıda ünlenen, aranan ve değer bulan bir sanatçı olmuş. 

Söz konusu olan ‘dışarılık’ durumu, 1990’larda İstanbul’un bir anda kırsal kesimlerden oldukça fazla göç alması ile beliren yeni bir durumla, göç olgusuyla birleşerek sanatçıyı ilgilendiren ve eserlerinde var olan bir problematike dönüşüyor. “Mistik Transport” adlı eser, sanatçının bu sorunları görünür kılmaya başladığı ve uluslararası göç olgusuna atadığı  önemli eserlerinden biri. Yürüyen telden sepetler içerisine konulan renkli yorganlardan oluşan eser, Türkiye’deki “yorganını sırtına alan dilediği yere göç eder” gerçekliğinden yola çıkılarak tasarlanmış ve kullanılan renklerle de farklı kimlikler sorgulanmaya çalışılmıştır. Sepetler ayrıca sergilenen mekan içinde de yer değiştirebilen ve çok rahatlıkla göçebilen bir yapıdadır. Yine Almanya’da gerçekleştirdiği ve 3 çay kaşığının gaza beziyle sarılı olduğu “vatan doğduğun yer değil doyduğun yerdir” çalışması, göç olgusunu en basit ama etkili bir dille var ettiği çalışmalarından biri. Çocuk yeleklerinden oluşan çalışma da yine göç olgusundan güç alıyor. Sanatçı, özellikle savaş dönemlerinde sınırdan geçerken çocukların yeleklerinin iç kısmına dikilen ve kişilerin önemsediği değerli eşyaları veya mesajları iletmeye yarayan yöntemin,  dünyanın her yerinde geçerli olduğunu ve ortak bir hikayeye dönüştüğüne işaret ediyor. Romen çocuklar ve Rus kadınlarının Türkiye sokaklarındaki göçmenlik serüvenlerini içeren çalışmalar yine seyircilerle paylaşılan eserler arasındaydı. 

Bütün ailelerin yaralı göç hikayeleri bulunduğunu dile getiren Karamustafa, Türklerin de Osmanlı’da küçük bir minorite olduğunu ve sınırların daralmasıyla onların da çeşitli yerlerden/coğrafyalardan göç ederek  bir noktada buluşmayla oluşan bir kimliğe sahip olduklarını düşünüyor. Sanatçı bu nedenle kimlik/identity  olgusunu da geçirgen, akışkan bir şey olarak ele alıyor. Kimlik denile şeyin hiçbir zaman kesin, somut  bir şey olmadığının altını çiziyor.

Etkinlikten Fotoğraflar